Ali Poyrazoğlu´nu dinledim; Geleceği tasarlamak için ´Mnemonic´ düşünmelisiniz!
Ufuk Tarhan’ın sosyal medya, blog, kitap, vb. linkleri:  https://taplink.cc/futuristufuk

Belleğimizdeki bilginin gerçek sahibi olamazsak, geleceği tasarlayamayız!...

Ali Poyrazoğlu; tiyatro okurken Lider İlaç’ın sahibi olan babasını genç yaşta kaybediyor Kendisine
kalan 4 eczane ve 4 ilaç laboratuarını  satıyor,  hayallerinin  peşinden  giderek,  tiyatroya  devam
ediyor. TV  dizileri  üreten  bir yapım şirketi var. 35 yıldır tiyatro patronu. Türk eğlence hayatının
innovatif  çıkışı,  en  çok  tutan,  para kazanan, ilk kabare uygulaması; ‘Yeşil Kabare’nin yaratıcısı.
Şu anda banka, ilaç, inşaat,  tekstil  vb.  sektörlerine  yönetim  danışmanlığı  yapıyor. Ve haftanın
3 günü tiyatrosunda oynuyor… Ali Poyrazoğlu aynı zamanda devlet sanatçısı.

Detaylı özgeçmişi için lütfen
burayı tıklayın



67  yaşında,  ancak  50’lerinde  gösteren  Poyrazoğlu ‘nun  Bersay´daki, İletişimde Mükemellik
seminerleri
 
kapsamında 27 Ocak 2010´da yaptığı konuşmanın başlama cümlesi;

- Ali Saydam, Geleceği Tasarlamak üzerine konuşma yapmaya davet ettiğinde ne konuşacağım
diye tereddüt ettim. Çünkü ben hayatımı tasarlamadan, empovize (doğaçlama) yaşıyor ve böyle
para kazanıyorum. Oyunculukta da en kıymetli olanı sanki şimdi, ilk defa, burada oluyormuş gibi
canlandırmaktır. Taze taze oynuyormuş duygusunu vermektir. Bu yüzden, hiç hazırlık yapmadan
geldim…’
oldu.

Böyle  söylese  de  aktarımı  iyi  bir  hazırlık  ve  derin  bilgi  sonucu  aktarılabilecek  nitelikte  idi.
Bu; ‘hazırlanamadan  geldim’  kısmını  almadık,  ama  anlattıklarını,  keyifle,  çıtımız  çıkmadan
dinledik.

Üstad oyuncu, sanatsal yeteneklerine, son yıllarda eklediği ‘iş filozofu ve yönetim danışmanlığı’
kimliğini  öyle  güzel  harman etmiş ki  
salondaki  yoğun  kalabalık, tam bir saat soluksuz dinledi
Ali Poyarzoğlu’nu.

Bugüne  kadarki  söyleşilerin  en  kalabalığı  idi. Birçok  kişi  ayakta  kaldı,  koltuklar  ilave edildi.
Öncekilerin çoğunun gırgırı şamatası, reklamı, popüler kültüre dokunuşu, argosu boldu, bunda;
ağır bilgi, bilgelik, sanatın hayatla karışmasının verdiği derinlik…

Dinlediklerimi aktarıyorum;

Poyrazoğlu,
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Ne İçindeyim Zamanın’ şiiri ile başladı…



Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,
Bir garip rüya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sukutu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
Içim muradıma ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;

Koku bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim

Şiiri ve geleceği şöyle yorumladı;

Zaman bir bütündür, kopmaz, parçalanamaz. Geçmiş, bugüne bağlanan bir köprüdür. Eğer yarını,
geleceği  görmek,  anlamak,  kurmak  istiyorsak;  geçmişten  yola  çıkarak  bugünden  geçmeliyiz.

Geçmişten  bugüne  varan  köprünün  ayakalarının  nereye  bastığını,  ne  biçimde  inşa  edildiğini
düşünerek, o köprünün üzerinden geleceğe nasıl varacağımızı düşünmeliyiz.

Yakın arkadaşı
James Baldwin bir gün çiçek pasajında Rakı içerlerken demiş ki;

- Gelecek aynen cennet  gibi  bir yer. Herkes  oranın  çok  mutlu, mükemmel,  kusursuz,  odluğunu
düşünüyor, tasarlıyor, ancak kimse şu anda oraya gitmek istemiyor!


Devam etti; İnsanlık var  oluşundan  beri  gelecek  tasarımı  yapıyor, asıl dert ‘bilginin gerçek sahibi
olmak’, onu yönetmek ve özgürleşmektir…


Doğru… İnsanlık var oluşundan beri hemen oraya gitmek istemese de zihninde bir gelecek kurgusu
ile ilerliyor, hep bir gelecek tasarımı  yapıyor. Hatta  bazan  bunu yaparken günü ıskalıyor ama ona
gitmekten ya da onu düşünmekten korkuyor, çekiniyor…

(Yazarın notu; bu çelişkiyi hissetmek, ne dendiğini anlamak için
Flash Forward’ı dizisini izleyin derim…).
Aşağıda dizinin başlangıç karesini görmektesiniz...



Peki, insan zihni gelecek tasarımını nasıl kuruyor?

Geleceğimizi yeniden, baştan aşağı, düzgün tasarlayabilmek için zihnimize nasıl format atmalıyız?
Ne gibi yöntemler kullanmalıyız?

Hepimiz kabul ediyoruz; artık teknoloji pek çok şeyi kolayca yapmamızı sağlıyor.
Öte yandan, teknolojik nimetler içimizdeki derinliği, bilgiyle buluştuğumuz noktada ortaya çıkan
özgürlük duygusunu da yok ediyor!

Çünkü; kısa yoldan, örneğin Google’dan elde edilen, kısa, hazırlop bilgi bizi bilginin sahibi haline
getirmiyor
. Bilginin sahibi olmak için onu dinlemeli, gözlemeli, içimize almalı, kuluçkaya yatırmalı,
dinlenmesini, hazmını, sağlamalı, karıştırmalı, harmanlamalı, yeniden düzenlemeli ve onun bir
kıvılcımla, innovatif bakışla ortaya çıkmasını sağlamalıyız. O zaman bilgi bizim olur.

Oysa bizim şu anda okullarda öğrettiğimiz, şirketlerde verdiğimiz, teknoloji aracılığı ile edindiğimiz
kolayca, hızla eriştiğimiz bilgi; kısaltılmış, özetlenmiş, derinliği, yaygınlığı olmayan ve kendi başına
var olduğu varsayılan, sağlam bilgi teorilerinden kopuk, kendi başına bir bilgi…
 

Bilgi, bilgilenmek bir süreçtir...

Bilginin gerçek sahibi olmak için zihnimizi özgürleştirmeli, kendimizden o bilginin sahibi olarak,
o bilgiyi kullanacak yaratıcı insanlar çıkarabilmeliyiz.


Yaratıcı insan; çeşitli kaynaklardan ve muhtelif şekillerde elde ettiği bilgiyi, yaşam deneyimleriyle,
iş hayatından aldıklarıyla, dinledikleriyle, baktığıyşa, okuduğuyla, süzen ve kendi bilgisi haline
getirebilendir.

Asıl meselemiz;
belleğimizdeki, zihnimizdeki bigileri yönetmek ve onun ‘gerçek sahibi’ haline
gelmemizdir. Temel sorumuz, sorunumuz budur…

Peki, bunun yöntemi, içimizden yaratıcı insan çıkarmanın yolu nedir?

Mnemonic...




Bunu çözmek için  çeşitli,  karmaşık  yöntemler  var. En  yalınlarından  biri;  bilginin  insan  zihninde
oluştuğu  ana  geri  gidip,  onu  bugüne  taşıyan  yöntem;
mnemonic.  Yani; ‘bilgi,  bellek yönetme
sanatı’.
Temelinde, belleğimizdeki bilgileri recalling (geri çağırma) deneyleri ile oluştuğu andan bu
ana getirip, kullanma yöntemlerinden oluşuyor.

Poyrazoğlu, konuşmasında sık sık yaptığı gibi, yine Ahmet Hamdi Tanpınar’a  dönüyor  ve  diyor ki;

- Ne  içinedeyim  bilginin,  ne  dışında!  Yekpare,  parçalanmaz  bir  bilgi  akımının  ortasında  akıp
gidiyorum,  insanoğlu  olarak… Bilgi  derken;  ulaşabildiğim,  anlayabildiğim,  sahiplenebildiğim,
üzerinde düşünebildiğim, yoğurabildiğim bilgiden bahsediyorum.

Bilimsel olarak da ispatlanmış ki bilgiyi bu şekilde kullanabildiğimiz için; farklı  biçimlerde bakabilen,
farklı disiplinlerde  düşünebilen,  farkı  şekillerde  kullanabilen  
insanlar  daha ‘yaratıcı  zihin’  sahibi
oluyorlar.


Çünkü farklı alanlarda düşünmeler, bilgi edinmeler insanı; ‘iki beyinli, üç beyinli’ hale dönüştürüyor
(hard diskin sektörlere bölünmesi gibi diye anladım ben bunu…).


 

Mnemonic’ler diyor ki

İnsan  dünyaya  sadece  annesinden,  babasından,  yakın  akrabalarından  geçen,  kendi  edindiği
bilgilerle  gelmiyor. Genlerinden geçen bilgiler çok daha fazlasını, öncesini, neredeyse tüm insanlığı
birbirine  bağlıyacak  şekilde  süreklililk  ve  farklılık  içeriyor.   Genlerin  aile  ağacı yok. Köklerimiz,
zannettiğimiz gibi,  örneğin,  sadece  1800  bilmem  kaçta, Kastamonu’nun  bilmemne ilçesindeki
dedeye kadar gitmiyor.

Çok daha eskiye, önceye dayanıyor. Bilimsel yöntemlere göre, genler geriye doğru çok daha eski,
tarihi bağları  ortaya  çıkarıyor. Örneğin, ben  Girit’teki  büyükbabaya kadar  gittiğimizi  sanırken;
aslında 1530  da  Floransa’da  yaşayan bir  terzinin soyundan olduğum, ya da eşimin Meksika’dan
gelen bir  genin uzantısı olduğu anlaşılabiliyor.

Kısacası, yapımızda, genlerimizle bize geçmiş olan, ‘kendimiz edindik, bize özgü’, zannettiğimizden
çok daha fazla, farklı, karmaşık bilgi, saklı, kilitli. İşte yaratıcılığı ortaya çıkarmaya çalışmak aslında
bunları çözmeye, ortaya çıkarmaya çalışmak... Ya da yaratıcılık ancak bunun temelde olduğu
yöntemlerle ortaya çıkabilir.

Einstein; hayal gücü, bilgiden daha önemlidir diyor ve devam ediyor;



- Büyük bilgi sahibiydim. Tüm matematik, fizik, kimya vbg dallarını yutmuştum, ancak kendimden
büyük atom alimi çıkarmamı sağlayan şey; ‘bilgimi, hayal gücümün emrine vermemdir’ diyor.


Yani Einstein’ı çıkaran şey; bilgi değil, hayal gücü idi. Dahi bilim adamı aynı zamanda çok iyi keman
çalıyor, resim yapıyordu, farklı disiplinlerle ilgiliydi. Yani ikinci, üçüncü beyin geliştirmişti.

(Yazarın notu; Bu konuda 2008 de yazıdğım yazıları okumanızı öneririm;
Dikkat evinizde Einstein var!
ve Fareler bile zeka küpü!

Çevremize baktığımızda da aynı okullardan, aynı hocalardan ders alarak çıkan, fakat sonra birisi çok
başarılı profesör, diğeri bir sağlık ocağında, sıradan işler yapan tıp adamları ya da farklı noktalara
ulaşmış hukukçular vs görüyoruz. Her alanda aynı kaynakları kullanan, ancak bunları farklı sonuçlara
dönüştüren insanlar var. Daha başarılı olan, farkı yaratanların daima ikinci, üçüncü beyin, farklı
uzmanlık, ilgi alanları geliştirmiş kişiler olduklarını görüyoruz.




Örneğin romancı Bilge Karasu Bodrum’da bana kalmaya geldiğinde şaşırdım ve delirdim. Yedi dili
Türkçe gibi konuşuyordu, bahçedeki, şehirdeki her bitkiyi, çiçeği biliyordu ve resmen botanikçi idi…
Birden fazla beyin geliştirmişti…


 

Birden fazla beyin geliştirmek için beyni çalıştırmak, egzersizler yapmak, çok çok çok
sorular sormak, detaylara inmek lazım.

Sık  sık,  geçmişinizde  bir  ana  gidin:  Örneğin  kafanızda   deniz  kıyısında  bir  hatıranızı  canlandırın.
Orada ayaklarınızın kumdan yanıp, tekrar serin suya koşuşunuza, kimlerle olduğunuza, hissettiklerinize,
rüzgara, güneşe kadar tüm detayları hatırlamaya, duyguları yaşamaya çalışın. Bu önemli bir egzresiz
yöntemidir
(Poyrazoğlu, sunumunda, bize de böyle bir çalışma yaptırdı, keyifliydi). Yakın geçmişe gidip,
oradaki anıları, detayları canlandırmaya çalışmak, zihnimizle oyunlar oynamaktır. Zihnimizle böyle
oynayabilirsek, geleceği de tasarlayabiliriz.
Geçmişi iyi okuyabilen, geleceği iyi yönetebilen beyinlere
sahip oluruz. Daha iyi gelecek tasarımları çıkarabiliriz. 
 

Proust bir mnemonizm çalışmasıdır…

Büyük Fransız romancı,
Marcel Proust ‘un 20. yüzyılın en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen
7 ciltlik kitabı ‘’Geçmiş Zaman Peşinde’,aslında inanılmaz bir nemonizm çalışmasıdır…

Proust, onlarca ciltlik yazıyı, halasının çocukluğunda kendisine çayla birlikte sunduğu madlen
kurabiyesinin kokusundan yola çıkarak
oluşturduğunu söyler. Proust; o minik Madlen kurabiyenin
kokusundan yola çıkarak, geçmişine dair tüm detayları en ince ayrıntısına kadar hatırlayıp, o anları
güne taşıdı ve 7 ciltlik eserini yarattı. Proust, kitabında bilinçaltına nasıl yolculuk yapılabileceğini,
teknikleri anlattı, bugünkü edebiyatın yönlendiricisi, hocaların hocası oldu…


 

Geçmişi ile oyunlar oynamayı beceren, zihnini iyi yönetebilen kişiler başarılı olur, daha iyi
gelecek tasarımları yapar...

Başarılı olmak için geçmişimizi iyi değerlendirip, bugün elimizde evirip,  çevirip,  iyi  oynamayı
bilmemiz lazım.
Zihni yönetmek, onunla oyunlar oynamak şart. Burada  bilinç derken sadece
bireysel değil, kurumsal ve toplumsal zihni de kast ediyorum. Bireysel ölçekteki her şey aslında
bunlar için de aynen geçerli. Kurumsal ya da toplumsal, hatta evrensel ortak akıldan, zihinden
söz edildiğinde de bu yöntemler geçerlidir.

Fark yaratmasını başaran, yaratıcı bireyler geleceği tasarlayabilirler.

Babaların babası Drucker diyor ki; ‘Farkı birey yaratır!’

Peki farkı yaratacak birey nasıl yaratılacak?



Şu ana kadar muhatap olduğumuz her şey bize tam tersini söyledi;

- Büyüklerimiz bie ‘icat çıkarma, otur oturduğun yerde!’ dedi
- Eğitim sistemi standardizasyonu, aynılaşmayı empoze etti.


‘Şimdi de herkes yaratıcı ol! Yaratıcı olan kazanır!’ diyor, yaratıcılık bekliyor…

Kendimizden fark yaratan birey nasıl çıkaracağız?

Sanatı devreye sokacağız. İçimizdeki sanatçıları ortaya çıkarmayı başararak.
Sanatçılar içlerindeki iş insanını, iş insanları da içlerindeki sanatçıları keşfetmek zorunda…

Yaratıcı olmak istiyorsak; ‘birkaç beyin geliştirebilmeli, bellek yönetim ustası‘ olmalıyız.
Buna zorunluyuz, tabii eğer fark istiyorsak…

Neden bellek yönetim ustası olmalıyız?

Dünyamızın iş konseyleri, karar mekanzimalarının başında duranlar, üniversiteler, teknik komiteler
Bir taraftan farklılıklar yaratmaya çalışırken; öte yandan da kürselleşmeden dolayı çoklu kültür
insanlarının bir arada iş yapma, yaşama zorunluğunu görüp, ortak başlıklar yaratmaya çalışıyorlar.
Ortak akıl oluşturup, birlikte gelecek tasarımı yapabilen guruplar yaratmak için, kavramlar, yöntemler,
hatta ortak diller bulma gayreti içindeler. İşte onlardan bazıları; mükemmel müşteri memnuniyeti,
4P, 6 Sigma, Medici Effect, Lovemarks vs.

Örneğin marka aşkını keşfetmeye çalışıyorlar. İki kişi arasındaki aşkın süreçlerini, başlamasını,
bitmesini, sorunlar yaşamasını anlamaya çalışarak, tüketici ile marka arasındaki aşkı çözmeye
çalışıyorlar. Marka ile neden aramız bozuluyor, bunu anlamaya çalışıyoruz. Eskiden aşık olduğumuz
insanı artık neden istemiyoruz, ten eskimesi, küflenmesi neden, nasıl oluyor? Markalar için bu
ilişkilerden yola çıkarak, gelecek tasarlanmaya çalışılıyor…


Hatta bunun için Harvard üniversitesinde büyük bir araştırma yapılmış ve aşık olunan anın fotoğrafı
çekilmiş...
Bilimsel olarak anlaşıldı ki aşık olduğumuzda vücüdumuzun kimyasında, yapısında
değişiklikler ve beynimizde bir kıvılcım oluyor…




İşte bunları daha iyi, daha çok anlayarak insanların nelere, nasıl tepkiler verdiğini çözerek, daha yaratıcı
fikirler oluşturmaya, ama sonuçta daha başarılı olmaya çalışıyoruz.

Örneğin İsviçre’de mütevazı bir bankanın bir anda yükselmeye başlayan trendi incelendiğinde görülüyor
ki, tüm finans kuruluşları, rakipleri teknolojiye sistem alt yapısına yatırım yaparken, onlar müşterileriyle
duygusal bağ kurmaya, onları anlamaya, davranışlarını, alışkanlıklarını, sevdiklerini, sevmediklerini
keşfetmeye yoğunlaşmışlar ve sonuçta, bu sürecin ardında aradan sıyrılmışlar. Pat diye olmamış…
 

Fark yaratmak; Özlem´in CV´si

Serdar Erener’in ajansında, Turkcell’in bir projesi için metin reklam yazarı arıyoruz. Çok zor iştir. Sekiz
saat toplantı yaparsın. Onu üç kelimeye indirmek metin yazarının görevidir. En fazla yaratıcılık isteyen,
eziyetli işlerden biridir. Bir sürü başvuru geldi. Pırıl pırıl zarflar, güzel mektuplar. Ama aralarında bir
tanesi var ki leş gibi. Pis, çamur, buruşuk… Çöpe bile atılamayacak kadar kötü. ‘Ne bu yahu?’ diye açtık.
İçindeki mektup da aynen öyle, buruşuk lekeli.



Üzerinde gazeteden kesilmiş harflerle yapılmış bir tehdit mesajı çıktı. En tepede Turkcell’in Selocan’ın
fotoğrafı ve bir yazı

‘’Selocan elimizde, Özlem’i işe almazsanız ölecek!’’.

Al sana fark!!!

Hepimiz bütün diğer mektupları bırakıp, başladık Özlem’in yaptığını konuşmaya…
O kadar yığının arasından kendinden bahsettirmeyi, adını ezberletmeyi başardı.

Neyse, eleme yaptık, Özlem de dahil diğer dikkat çekici adaylara;

- ‘Detaylı CV yollayın’ diye yanıt verdik. Hepsinden yine gayet özenli zarflar, dokümanlar geldi.

Özlemden ise üzerine ‘Özlem’in CV’si’ yazılı post-it yapıştırılmış pembe ketenle kaplanmış, kahverengi
bantla kurelelenmiş bir kutu! Deliye döndük!!! Bütün oradaki havalı, yaratıcı tipler, hepimiz çöktük;
‘Yapılır mı ulan bu bize? Dağıttı kız bizi resmen!’ diye… Eh tabii yine başına üşüşüldü. Ofiste herkes;
Özlem bu sefer ne yapmış’ı konuşmaya anlatmaya başladı. Daha kız gelmeden efsane oldu, markalaştı.

İşte kutunun içinden çıkanlardan bazıları;

- En üstte; bir kutu çukulata. Onun üstünde de bir not; ‘bu okunmuş çukulatadır, bunu yiyen
evet der, Özlem’e evet deyin!’

- Yüzme madalyaları; ‘disiplinliyim, mücadeleciyim, zora dayanıklıyım, fitim’ demeye çalışıyor…

- Çocuğunun el yazısı ile hazırlanmış, üzerinde ‘vicdan sömürüsü’ yazan acıklı bir mektup
(anneciğim işe giremezsen aç kalırız di mi? vs ifadeleriyle dolu)…

- Öyküler yazmış dergilerde. Onları yollamış.

- Orman mühendisliği diploması var, ama yapmamış. Farklı disiplinden geliyorum diyor…

- Ve daha onu ifade eden bir takım semboller, notlar vs…

Sonunda, hem de istediğinden de daha fazla ücret önerilerek işe alındı.

Daha başarılı olmak için mizah duygusu ve onunla barışık olmak çok önemlidir… Yaptıklarımıza,
tüm iletişimimize muhakak mizah, alaycılık, muhalefet katmalıyız. İnsanları güldürebilmek,
eğlendirebilmek, kendinle dalga geçebilmek; rahatlık, özgüven işaretidir. Bunlar da yaratıcılık,
fark yaratmak için şarttır.

Küçük Prens’in yazarı Antoine de Saint-Exupéry ‘gelecek tasarlanmaz, yaratılır’ demiş. Doğru,
katılıyorum… İstediğin kadar hayal kur, tasarla, onu muhakkak yapacaksın. Eyleme geçeceksin.

Zalim, acımasız rekabet çağında, küreselleşen dünyada, kendimizi, işimizi koruyabilmek için bir
şeyler yapmalı, farklı olmalı öne çıkmalıyız. Biz karadenizde eriz ki;

´´Daha çok para kazan, düşmanlarına kalsın´’…



Bu bir hırs, gözü doymazlık ifadesi değildir. Daha çok çalışarak, yükselmeyi ve olanakları
fazlalaştırarak, daha çok insana yararlı olunabileceğine vurgu yapar. Gelişme, kazanma arzusunun
temelinde paylaşma vardır. Olmalıdır...

Kısacası, başarılı olmak için geleceği tasarlamak, bunun için; fark yaratmak, fark yaratmak için;
yaratıcı olmak, mnemonic düşünerek, zihinle oynamak, bilgiyi yönetmeyi becermek gerekiyor…


Geleceği tasarlamak her alanda, herkes için hak ve sorumluluktur. Ancak kendi geleceğini
tasarlayabilenler, kurumu ve toplumu için de yararlı tasarımlar yapabilir.

Daha iyi bir gelecek yaratmak ve bunun için gelecek tasarımı yapmak için;
 

Bilgilerimizi, hayallerimizin emrine vermeliyiz…

****************************** 

Daha iyi bir gelecek için hizmetlerimiz hakkında bilgilenmek, 
Seminer-Workshop-Moderasyon-İçerik-Etkinlik Kurgusu vb. talepleri için görüşmek, 
Özel-özgün çalışmalarla işinize, hayatınıza dair iyileştirmeler yapmak üzere 
Antrenörlük almak 
Stratejik Danışmanlık, İş Tasarımı ve Avatarlığı hizmetlerimizden yararlanmak isterseniz;

Başvuru ve sorularınız için lütfen > burayı tıklayınız

Hizmetlerimiz & Eğitim &  Seminerlerimiz     I     M-GEN Resmi Sitesi (Referans ve Projelerimiz)

Ufuk Tarhan´ın yazı ve haberlerini  Twitter ve Facebook dan takip edebilirsiniz.